Potansiyelini ortaya koymak üzerine
Sanırım en çok yanlış anlaşılan konulardan bir tanesi bu. Potansiyelini ortaya çıkar. Kendi gerçekliğini bul. Özüne dön. vs. vs. Ben de yıllardır kendi potansiyelimi ortaya çıkarmaya çalışan biri olarak bu konuda yeterince kaynak okuduğumu düşünüyorum. Ama gerçek bir sonuç alamadığımı da söylemeliyim.
Neyi yanlış yaptığımı bilmiyorum. Bir tavsiye şunu söylüyor: Hayat amacınızı bulmak için çocuklukta yapmaktan zevk aldığınız şeylere dönün. Benim en çok zevk aldığım iki şey vardı.. Biri kitap okumak, diğeri deney yapmak. Yine de erişkin halimde bu çocukluk zevklerini pek yaşam amacım haline getirebildiğimi söyleyemem. Farklı yaklaşımlar denedim. Acaba beni harekete geçirebilecek ne olabilir diye.. Hatta bir başka tavsiyeye göre de, yeteneğim olduğunu düşündüğüm konular dışında bambaşka bir alanın önüme çıkabileceği olasılığı vardı. Fakat bu konuda da oldukça karamsarım. Yani yaşamım boyunca birçok şeyi (kendimce tabi) denemiş biri olarak böyle bir durumun ortaya çıkacağına ihtimal vermiyordum. Bir de belki sonraki yazılarımda belirteceğim üzere, sosyal medya birçok şeyin heyecanını bitirmişti. Keşfetme, deneme.. Bazen çok keşfedilmemiş deneyimlere adım atmak istiyorum. Ama kendi deneyimlerini yayınlayan insanlar ben de genellikle bu heyecanımı öldürüyor. Kendimi sıradan bir şey yapar gibi hissediyorum. Neyse belki bu benimle ilgilidir. Hayat amacını bulmakla ilgili çok güzel bir kitap var: İkigaiHatta bu kitabın ikinci bir pratik uygulama devamı var. Okumayanlar için bu kitap çok güzel bir kitap.
Yazıya başlama sebebim sebebi ise şu. Kendim de dahil olmak üzere, içimizde saklı olan bu potansiyeli bulduğumuz takdirde sanki çok büyük işler halletmemiz gerekiyor inancı ya da yanılsaması. Bence batı tarzı düşüncede biraz pompalanan bu. Bu potansiyelin basit diye tanımlayabileceğimiz bir işte ortaya çıkabileceğini düşünemiyoruz ya da kabul edemiyoruz sanki.. İki örnek vereceğim.. Tesadüf ki ikisi de yemek sektörüyle alakalı.
Evimin yakınlarında küçük bir lokanta açıldı. Genellikle ızgara ve gececilere hitap eden kokoreç dükkanı. Bir kaç kez adana dürüm yedim. Ve ilk farkettiğim porsiyonların herhangi başka bir yerden daha büyük olduğuydu. Ortalama bir dürümcünün porsiyonunun 1,5 katıydı. Dükkanın bir duvarında, sahibinin insanlarla çekilmiş olduğu, çoğu şef önlüklü ve şapkalı fotoğraflar asılıydı. Şefe takıldım, ''siz Afyon'da bayağı ünlüsünüz heralde''. Çoğunuz belki bilmeyebilir; Afyon gastronomi şehri seçildi. Bana kalırsa kendine has bazı lezzetleri olsa da Afyon'un üst düzey gastronomik bir niteliği yok :D
Şef ise yemek festivalleri düzenleyen ekipte yer alarak yıllarca emek vermiş. Yani bu gastronomi şehri olayı tabiri caizse yıllar içinde ilmek ilmek dokunmuş. Şef mütevazi bir adam. Ülkedeki bazı gastronomi yarışmalarına insanlar gönderilmiş, hatta Afyon üniversitesi gastronomi bölümünden aday bulunamadığı için, başka şehirlerden aşçılar Afyon adına yarışmış bu yarışmalarda. Tekrar başa gelelim. Dedim ki sizin Adana porsiyonunuz büyük. Önce fiyatının yüksek olduğunu söylediğimi zannetti. ''Yok piyasa ortalaması budur'' dedi. Sonra anlayınca, evet dedi, bizim amacımız buraya geleni doyurmak. Burada 'this is so powerful' (çok güçlü bir ifade) diyeceğim. Paranın ve kazancın önüne değeri koyabilmek derim buna. Yani yemek hizmeti veren bir müessenin filozofisine (bu kelimeyi kullanmak da olaya elitlik katıyor :D) bakar mısınız? Şimdi evet, benim gibi bu durumu farkeden müşterilerin müesseseyi daha sık ziyaret etmesi mümkün. Ancak ben bunun dolaylı yoldan daha fazla sadık müşteri yaratarak yine para kazanmak motivasyonuyla yapıldığını zannetmiyorum. Herhangi bir şirket de, sattığı hizmetin minimum maliyet giderinin olmasını isteyecektir. Değer sisteminin, kapitalizmle karşı karşıya kaldığı bir örnek.
İkincisi şu.. Afyon ve İstanbul arası seyahat ediyorum bazen. Karnım acıktığında Köfteci Yusuf'ta duruyorum. Bu duraklamalar zihnimde bazı sorgulamalara yol açtı. Ben neden Köfteci Yusuf'u tercih ediyorum. Yapım gereği popüler olan her şeye karşıyım. 'Mass' yani büyük kitle tarafından tercih edilen bir şeyin değerinin az olduğunu düşünürüm çünkü. Köfteci Yusuf olayında ise tavrım farklı. Ben bu olayın neden fenomen olduğunu merak ettim. Neden kasa önünde bile kuyruklar var. İnsanlar ve ben neden tercih ediyoruz? Köfteci Yusuf'un başarısı nedir? Daha da garibi yüzlerce köfteci dükkanının önüne nasıl geçebildi Köfteci Yusuf. Size internette bulduğum bir röportajı link olarak veriyorum.
https://storyboxweb.com/kofteci-yusufun-hikayesi-koydeki-danayi-satip-ilk-dukkani-actim/
Aslında burada extraordinary (sıradışı) olan bir şey yok. İstanbul'a giderken sırayla Kütahya, İnönü, Bozüyük, İnegöl, Orhangazi birçok Köfteci Yusuf var. Peki diğer köftecilerin günahı ne? Ya da neyi başaramadılar? Röportajdan anladığım kadarıyla Köfteci Yusuf doğuştan gelmiş muhteşem bir yeteneğe sahip bir insan değil. Vizyoner bir işadamı olduğu belli ama diğer yüzlerce köftecinin vizyonsuz olduğu anlamına da gelmiyor bu. Bilgisi olan varsa Köfteci Yusuf fenomenini açıklayan birilerine ihtiyacım var. Benim tercih sebebime gelince.. Türkiye'nin en iyi köftesini yaptığına inanmıyorum. Muhtemelen daha lezzetli ve güzel köfte yapan yerler var. Peki neden onları tercih etmiyoruz.. kendimce bulduğum mantıklı sebepler
1) zaman kısıtlılığı
yolda olan biri yemek işini mümkün mertebe hızlı halletmek ister
2) kandırılmama ya da güvenilirlik
en önemli madde bu bence, ilk defa gireceğiniz bir restorandansa, milyonlarca deneyim sonucunda bir sıkıntı görülmemiş olması. En lezzetli köfteyi yemenizin önüne geçiyor bu. Hakiki gurme değilseniz. Sanırım meseleyi de çözdüm. İnsan kandırılmak istemiyor. Ve olumlu duygular katlanıyor ve giderek bir fenomene dönüşüyor.
3) ucuza kalite
herkes kaliteyi ucuza mal etmek ister. Çoğu insan diyelim. Doğrudur ya da değildir. Ama Köfteci Yusuf'un insanların gözünde markayı böyle konumlandırdığını biliyorum. Ayrıca şunu da gözlemledim. Bir insan ne kadar zengin olursa olsun yine de (çoğunlukla) az para ödemek istiyor. Belki buna sonra değiniriz.
Neticede neden Köfteci X, Y ya da Z değil de Köfteci Yusuf? Bunun cevabını gerçekten merak ediyorum.
Bu olayı anlatırken ise aklımda başka bir konu var..
Neyi başarı olarak tanımlıyoruz..
Mesela bir önceki örnekte olduğu gibi. Küçük bir dükkanda hizmet veren bir adam. Felsefesi o kadar doğru ki.. Bu adamın büyüme ve yayılma hırsı olsun ya da olmasın.. Ben kendime de soruyorum: illa daha başarılı olmak zorunda mıyız? İşimizi büyütmek zorunda mıyız? Modern görüşte bu hep istenen arzulanan bir durum.. Köfteci Yusuf artık dana kesmiyordur, ya da köfte pişirmiyordur. Ya da bilmiyorum hobi olarak yapıyordur. Ama internet verilerine göre 43 şubede 284 şubesi olan bir imparatorluğu yönetmeye çalışıyor olması daha muhtemel. Bu ise köftecilikten ceoluğa terfi ettiriyor insanı, ya da para yönetimine..
Açıkçası merak ettiğim konu şu: Bazılarımız doğru bir felsefe ile mütevazi işyerlerini işletirken, büyüyememek bir sorun mu? Başkasının aynı sektörde çok daha başarılı* bir yönetimi varken küçük ve özgün kalmayı tercih etmek de adı üstünde :) bir tercih olabilir mi??
Kendi potansiyelini bulmak ile olan bağlantısına ikinci yazımda değineceğim.
Sağlıcakla kalın..
Yorumlar
Yorum Gönder