Yazın ortasında kışı düşünür oldum

    Yaşadığımız çağ birçok acayiplikler ve tuhaflıklar içeriyor. Hepimiz içimizde bir yerlerde hissediyoruz bu tuhaflığı. Orhan Pamuk ‘kafamda bir tuhaflık’ diyor.

    Cogito dergisinin 85. Sayısı var elimde. Jean-Luc Nancy Felsefe’de Eros başlıklı. Bella Habip’e ait güzel bir makale de var içinde. Onun başlığı da Huzursuzluktan Kıyamete Doğru, Çağımızın ‘’Akıllı’’ Nesneleri ve Tehlike Altındaki Düşünme Yeteneğimiz’’ Daha önce Tüyap kitap fuarında düzenlenen bir panelde sunulmuş. Düşünmeden edemiyorum böyle panellere giden kaç kişi var. Hap verileri internetten edinmek varken kim vakit harcayıp bedenini oraya götürür ki?

    Bella Habip yazısında Kıyamet metaforunu ele alıyor diyebiliriz. Kıyamet tasavurrunda dünyayı fiziki olarak kasıp kavuran Nuh tufanı benzeri bir senaryo aklım/ıza/a (bu şekilde ayraç koyan yazarları da hiç sevmem ama) gelir. Bambaşka bir perspektiften, gerçekleşmekte olan kıyametin o beklediğimiz ortalığın kan revana döndüğü kıyametlerden farklı olduğunu ortaya koyuyor. Bu kıyamet ise insanın kendine hakimiyetini yitirmesi, yitirilene karşı gösterilen kızgınlık ve öfke, ardından gelen saldırganlık, öfkeyi yönlendirememe, bedene karşı gösterilen (içe yönelmiş) sadizm (gereksiz estetik operasyonlar gibi) ile gerçek efendinin kim olduğunu ya da hala bedenini kontrol edebildiğini ispat etme yarışı, bu kendini ve çevreyi manipüle etmenin yetersiz kaldığı noktada ise derin bir hüsran, bunalım, yabancılaşma ve izolasyon şeklinde tezahür eden fasit bir döngü.
Gelin itiraf edelim, manipülasyon gücünün doruğa ulaştığı bir noktada hem içeriye(beden) hem dışarıya yapabileceğimiz sonsuz olasılıklara rağmen içimizde hissettiğimiz o huzursuzluk ve güçsüzlük duygusu mahvediyor bizi. Mutlu olmak için gereken her şeye sahipken mutlu olamamak dehşete düşürüyor bizi. Kendi kendimize çözüm arıyoruz. Ve en kötüsü de çözümü bu fasit döngünün farkına varmakla değil sahip olmadığımız, mutlu olmak için sahip olmamız gereken daha fazla şeyin olduğunu düşünerek bulduğumuzu zannediyoruz.

    Yetersiz geliyor her şey. Yetmiyor.

    Rahatlamaya ihtiyacımız var. Yeterli olmaya. Bir şey yapmamız gerekmediğini anlamaya. Birbirimizi sonu gelmez bir yarışın içine sokmamaya. Ya da birbirimizi gereksiz yere körüklememeye (provakasyon), gaza getirmemeye..

    Bella Habip’e dönecek olursak;

..kitle iletişim araçlarıyla donatılmış zamanımızın topluluklarında ya da yığınlarında aksine bir tür cansızlık, kişisizlik ve apati var. Öyle bir insan topluluğundan bahsediyoruz ki (sosyalizm, komünizm, vb.) belirli bir ideali de yok. Bu sayısal bir durum değil, tamamıyla bir perspektif değişimi. Bu apatiye yabancılaşma da diyebiliriz. P. Aulagnier yabancılaşmayı öznenin düşünce ve eylemlerinin bir başkasının istemli eylemi doğrultusunda farkına varmadan değişmesi olarak tarif eder

..21. yüzyılın huzursuzluğunda farklı bir şey var. Kıyamet metaforundan işte burada söz edebiliriz. Bu düşüncelerimizin, niyet ve arzularımızın içeriden ele geçirilmesi ve –ki bu en önemlisi- bu içeriden ele geçirilmeyi kanıksamamız. Bu kanıksamanın kıyametimiz olduğunu düşünüyorum. Dev Verilerin (Big Data) ele geçirdiği bir dünya düzeninden söz ediyorum. Bu sadece işlerimizi, hayatımızı, iletişim kurmamızı olağanüstü kolaylaştıran akıllı cihazlarla kurduğumuz ilişkiyle sınırlı değil. Bu cihazların bizimle kurduğu sapkın ilişkiye işaret etmek istiyorum. Okuduğumuz her haber, tıkladığımız her facebook sayfası, yolladığımız veya dağıttığımız her tweet, satın aldığımız her nesne, izlediğimiz herhangi bir promosyon haberi bir veri bankasında depolanıyor. Bilgisayar programcılarının meşhur algoritmalarıyla, medya analizcileriyle bu veriler toplanıyor ve her birimizin bir profili ortaya çıkıyor. İstatiksel bir bir birim olmakla kalmıyoruz. Sadece alışverişe, daimi bir tüketime yönlendirilmiyoruz, içimize sızan bu tuhaf varlığı gittikçe kanıksıyoruz. Birileri bizim en mahrem alanlarımıza giriyor ve ihtiyaçlarımızı, arzularımızı tespit edip onları hemen, anında karşılayacak nesneler sunuyor. Sadece sunmakla kalmıyor, onları seçmemizin uygun olacağı yönünde telkinlerde bulunuyor. Pazarlama tekniklerine bir de bu gözle bakmak lazım. Sözde bir dostlukla, sorun çözücü üsluplarla, bizim dostumuz oluveriyorlar

    Bu uzun paragrafı, makalenin en can alıcı olduğu ve iletilmek istenen mesajı en iyi veren metin olduğunu düşündüğüm için alıntıladım. Benim anladığım şu:
İçimizden kayıp giden bir özne var. Bu kayıp nesneyi yukarıda sözü geçen tuhaf varlıkla ikame ediyoruz böylece kayıp hiçbir zaman bilinçli (farkında olduğumuz) hale gelmiyor sadece varlığını ara sıra huzursuzluk olarak gösteriyor. Belki de hissettiğimiz bu huzursuzluk her şey için bir çıkış noktasıdır.

    İçimizdeki o tuhaf sevimli dostun ‘merak etme ben buradayım, seni eğlendirmek benim görevim’ şeklindeki tatlı sözlerine kanıp huzursuzluğu bastırmaya çalışmaktansa, o huzursuzluğun derinlerine inmek bir çözüm olabilir. Bunun için gerekli olan şey durmak. Sadece durmak. Biraz durup gözlemlemek. Kendinize vakit ayırmaya çalışın. Sizde bir döngünün içinde olduğunuzu hissediyorsanız bu kadar yeter deyip oturmak size eminim iyi gelecektir.


   




Kaostan korkmayın. Onu kucaklayın.

Yorumlar

En çok okunanlar