Pasaj

    Genç adam aklı karışık bir şekilde sokakta ilerliyordu. Sol tarafında bisikletçi dükkanını görünce durdu. İçi toz kaplıydı ve oldukça kirli görünüyordu. Küçükken binerdi bisiklete. Çocukluğunu geçirdiği yazlıklarındaki günleri hatırladı. Çocuklar bisiklet tekerleklerinin tellerine türlü türlü süslemeler takardı. Kimi yıldız biçimli kimi de yeşil, turuncu ve diğer birçok renkten oluşan küçük boğumlu plastik takılardı.. Şimdilerde bisikletler yerini elektrikli mobiletlere bırakmıştı. Bu bisikletçi dükkanı belki çocukluğunu hatırlattığından dolayı içini ısıtıyordu. Sanki zamanötesinden kalmış gibiydi. 

    Tüvit kumaşlı paltosu onu kış ayazından tam olarak koruyamıyordu. Bisikletçi dükkanına arkasını dönüp bir sigara yaktı. Tam karşısında diğer bir dükkana bakmaya koyuldu. Bu dükkan yorgan ve battaniye türü şeyler satıyordu. Üst katının camları içeridekileri olduğu gibi dışarıya gösteriyordu. Burada üst üste atılmış gibi duran türlü mefruşat ürünleri vardı. Ancak bir satış dükkanından ziyade burası bir depoyu andırıyordu. Her iki dükkanın da açık olduğunu henüz hiç görmemişti. Çünkü buraya yalnız pazar günleri geliyordu.

     Dikkatini fazla toplayamıyordu. Az sonra ne anlatacağını düşünmeye başladı yine de. Kendini son birkaç gündür dağılmış hissediyordu. Yüce emelleri olduğunu düşünen sonra da bu emelleri yıkılınca kendilerini dünyada amaçsız ve gereksiz hisseden insanlarınkine benzer bir ruh haliyeti içerisindeydi. Tekrar bir amaç edinmesi gerektiğini hissediyordu. Hayatı hep amaçlarla geçmişti çünkü. Bir amacı olmayınca kendini olağanüstü garip hissediyor ve yaşamak için bir nedeni yokmuş gibi geliyordu.
Öyle ya her isteğimiz bir amaç doğrultusunda gerçekleşir. Ancak bu amacın ne olduğunu gerçekte bilmeyiz. Uğruna yaşayabileceğimiz bir amacımız olsun isteriz sadece. Yaşamda bizi ayakta tutan da budur. Güçlü bir amaç ve bunu gerçekleştirmek için yeterli bir irade.

    Genç adamın kafası işte bu ve bunun gibi düşüncelerle günlerce meşgul durumdaydı. İstemesine isteyebiliyordu. Ancak her dakika ve her saniye değişen istekleri onu çaresiz bırakıyordu. İşte kapıdan içeri girerken kafasından en son geçen düşünce bu oldu.

-‘‘Hoşgeldiniz’’

    Her zamanki sevecen gülümsemesiyle sekreter kız karşıladı onu. ‘‘Birazdan gelir Hilmi Bey’’
Koltuklara oturarak masanın üzerindeki Tarih dergilerini karıştırmaya başladı. Çay istemek için başını azıcık kaldırmıştı ki, Hilmi Bey ile göz göze geldi. ‘‘oo hoş geldin yakışıklı, gel buyur’’, ‘‘ne içersin?’’
‘‘ben çay istemiştim’’. Hilmi Bey de çay istedi. 

    Yanında küçük kurabiyelerden de getirmesini söyledi sekreter kıza. Genç adam ne içerse Hilmi Bey de genelde ondan söylüyordu. Odasına buyur etti genç adamı. Oda antika mobilyalarla döşeliydi. Önceleri pek yavan geliyordu bu oda ancak Hilmi Bey’in çalışma masasına benzer bir mobilyanın fiyatını bir başka mağazada görünce nedense bakışı değişmişti. Genelde ahşap işleriyle bezenmişti oda. Bir köşede odaya yüzünü dönmüş duran bir kitaplık pencereye yakın olan köşede ise Hilmi Bey’in ceketini ve mavi ressam şapkasını astığı ceketlik duruyordu. Çalışma masasının karşısında ise duvardaki iç oyuğa bir deniz manzarası asılmıştı.

‘‘Ee anlat bakalım?’’


Ne anlatacağına karar veremedi önce..   

Yorumlar

En çok okunanlar