Kürk Mantolu Madonna

(Yazının bundan sonraki kısmı gösteriden
kesitler içerecektir)
İki perdeden oluşan eserin ilk kısmında Raif Efendi’nin
yalnızlığı, sefilliği ve çaresizliği iyice vurgulanmak istenilmiş. Ancak bu
kısım için koca bir ilk bölümün ayrılmasını ben gereksiz buldum. Zira romanda
da asıl olay Raif Efendi’nin kara kaplı kitabının bulunmasından sonra, geçmişte
yaşadıklarının anlatıldığı bölümde geçiyor. İlk bölüme dair anlatıcının performansı
yerlerde olsa da Raif Efendi ve patron Hamdi Bey’in oyunculukları bir nebze
durumu toparlar gibi oldu. Raif Efendi’nin hasta olduğu yataktaki kısımlar
eserin en gerçekçi bölümüydü belki de. Kitabı okumadan izleyen seyircilerin bu
ilk bölüm sonrasında neler olduğunu tam olarak kavrayamadığını ve oyunla
yeterince bağlantı kurup içine girememiş olduklarını tahmin ediyorum. En
azından kitabı okumamış olsaydım ben öyle hissederdim.
İkinci perde benim açımdan ilk bölümün sıkıcılığından sonra daha
büyük beklenti duymama neden oldu. Raif Efendi’nin Berlin safhaları anlatılmaya
başlandı. Yine bir önceki perdede vasat düzeyde olan kadın oyuncular bu sefer
Alman kadınları –pansiyon sahibi ve misafir- olarak daha etkileyici bir
performans gösterdiler. Sanırım bu bölümde kitapta olmayan birkaç diyalog detay
da eklenmiş. Raif Efendi’nin gençliğini canlandıran Saygın Aşan’ın da böylece
olağanüstü kötü performansı başlamış oldu. Tabi aslında şu ana kadar heyecanla beklediğimiz,
eserin assolisti Kürk Mantolu Madonna’nın performansını merak etmeye başladım.
Aslında kitabı okurken sarışın olarak hayal etmemiştim –saç rengini
hatırlamıyorum- ancak resim sergisindeki ilk karşılaşmada umudum biraz daha
arttı.
Şimdi biraz da orijinal
eseri incelemek istiyorum. Sabahattin Ali çok güzel bir diyalektik kurmuş. Raif
Efendi’nin olanca çıtkırıldımlığı, Maria Puder’in baskın ve erkeksi
karakteriyle güzel bir ilişki içerisinde. Raif’i (genç Raif efendi) Maria Puder
portresinde kendisini bu kadar çeken daha sonra kendisine de söyleyeceği üzere
portreyi annesine benzetmesi. Aslında bu dolaylı bir benzetme olsa da burada
mitik bir anne figürü devreye giriyor. John Fowles romanlarının nerdeyse
hepsinde bulunan o ulaşılamaz, erkek fantazyalarında hep ele geçirilmeye
çalışılan, ilham perisinin bir yansıması. Raif Efendi’yi bu kadar derinden
etkileyen, ruhunda derin bir noktayı uyaran işte bu figürle karşılaşıldığı
hissi. Ressamın portredeki kişiyle aynı kişi olduğunu farketmemesi tuhaf değil
mi? Demek ki resimde Raif Efendi’yi çeken şey Maria Puder’den başka bir şey.
Raif Efendi’nin öncelikle bu figüre (yansımaya) aşık olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Ayrıca Madonna (Meryem) en bilinen anne figürlerinden biri
değildir de nedir ki?
Sabahattin Ali’yi diğer yazarlardan ayıran şey, insan
ruhunun derin katmanlarına ulaşabilme beceresi dışında kadın bakış açısını
yansıtma konusundaki üstün başarısı. Hatta bu sefer rollerin bile tersine
döndüğünü söyleyebiliriz. Geleneksel erkek bakış açısı yok burada.
Tabi şimdi Maria Puder karakterine dair de birşeyler
söylemek lazım. Öncelikle çok boyutlu yapısıyla gizemini sonuna kadar taşıyan
bir karakter. Hatta öyle ki insanın gerçek olduğuna inanası gelmiyor. Aşka olan
güveni sarsılmış, erkeklere karşı meydan okuyan, heyecanını kaybetmiş ancak
yine de heyecan arayan –en azından bir kalp çarpıntısı- birisi. Psikolojik
tutarlılığından emin olamıyor insan. Bir an çok mantıklı bir an duygusal,
sürekli değişen ruh halleriyle biraz şizofrenik bir karakteri var gibi gözükse
de belki yaşama konusunda uçlara gidebilecek cesur bir ruh sadece.
Nitekim oyun beklentilerimin oldukça altındaydı. Ancak bu
vesileyle dahi olsa Kürk Mantolu Madonna’yı hatırlamaktan mutlu oldum.
Oyuncuları ve yönetmeni de takdir edebileceğim tek konu böyle bir eseri
sahnelemeye cesaret edebilmeleri. Geçen sene Engin Alkan yönetmenliğinde,
Menderes Samancılar ve Tuba Ünsal’ın başrollerde olduğu bir ilk versiyon
sahnelenmiş. Umarım geç kalınmış bu eserin giderek daha iyi performanslarla ve
hatta sinema versiyonunu görme şansımız olur.
Yorumlar
Yorum Gönder